13 Ağustos 2012 Pazartesi

düşünsel geveze

cemal süreya'nın onüç günün mektupları diye bir kitabı var. eskaza bulmuş bir solukta okumuştum. öyle ki şiirlerini okumaktan keyif aldığım ender şairlerden olmasına rağmen, bu mektupları daha fazla sevmiştim. bilmiyorum, şiirlerini bilmeseydim de yine aynı derecede sever miydim? bazı şeyler vardır değiştirilemez ve öyle olmasaydı da şöyle olsaydı ne olurdu, asla bilinemez.

onüç günün mektuplarını cemal süreyacığım, onüç gün süreyle hastahanede yatan sevgilli karısı için yazmış. nasıl şefkatli, nasıl sevgili. okumayana anlatabileceğim şeyler değil bunlar, okuyana da anlatacağım.

bi keresinde bir konferanstan çıkmıştım. konferanstan çıkan o kadar çok kişi vardı ki, sokaktaki alakasız ve alakasız alakadar biri yolumu çevirip içeride ne anlatıldığını sormuştu. gülümseyip konuşma birbuçuk saat sürdü, demiştim. nasıl anlatayım? birkaç cümleyle dedi. kaşlarımı çattım bu sefer, konferansı veren kişinin birbuçuk saatte ancak anlattığı bir şeyi ben sana iki üç cümleyle anlatabilecek olsaydım, konferansı dinleyen değil, veren kişi olurdum. dedim. hem de bir solukta.

dolayısıyla.

ama şu var, bir tecrübe. hastanede bir sevdiğinin olması, kalbinin bir köşesinden ince ince işkenceye tabi tutuluyormuş hissidir benim için. hastanedeyken ayrıdır, yanından ayrıldığında apayrı.. bilmem, son hastahane maceramızda yağmur mu yağmıştı, havanın ısısı şimdikiyle denk miydi. neden o mektuplar durup dururken hurra gelip çağrışımlarıma katıldı. ah allahım.. bu yazı niye yazıldı.


Hiç yorum yok: