11 Şubat 2011 Cuma

süre

bunu fark ettiğimde küçük sayılamayacak kadar büyük, büyük sayılamayacak kadar küçüktüm. annem bana kıyafet alacağımız zaman tezgâhtara 'garson boy olacak' diyordu. garsondum o zamanlar.

mutsuz olmaktan hiç hoşlanmıyordum ve yeterince eğlenceli biri de değildim. mesela otobüse bindim mi hemen midem bulanmaya başlardı. ne yaparsam yapayım geçmezdi. bir keresinde, yine otobüsteyken biz, kendisine abi dediğim ve su götürmez şekilde karmaşık duygularla sıkı sıkıya bağlı olduğum kişi, yani annemin oğlu, ablamın kardeşi, anneannemin torunu, yol boyunca o ucu bucağı olmayan hayal gücüyle bana hikayeler uydurup durmamış, anlatıp durmuştu. inanır mısın hiç midem bulanmamıştı. o kadar güzel bir yolculuk yapmamıştım o ana dek ve ilerleyen beş - on senede de yaptığımı sanmıyorum.

ne var ki ben sıkıcı tipin biriydim ve kardeşimin de ağabeyi olan şahıs da bunun gayet farkındaydı. daha sonraları çok düşündüm, o yolculuk bir güzellik miydi, bir ceza mı diye... zira kendi kendimi o kadar eğlendiremiyordum ve artık otobüste olup da midemin bulanmama ihtimalini de biliyordum. öyle şeyler işte.

işte yine o sıralarda, demin de dediğim ve şimdi de diyeceğim gibi mutsuz olmaktan hoşlanmıyordum ve çareler arayama başlamıştım. mesela canım sandal sefası yapmak istiyor olabilirdi ancak ya çakır osman'lara  ya da kemal amcamlara oturmaya gidecek olabilirdik. sandala binmeye gitmiyoruz diye bütün akşamı mutsuz geçirmek yerine önüme konulan seçeneklerden tercihler yapıp onları sevmeyi işte tam da o zamanlar öğrendim. "kemal amcamlara gidelim" dedim içimden. çünkü onların evinde merdivenler var, tahta parmaklıkların arasından sallanıp oynayabiliyorum. hem kemal amcam bir şey anlattı mı çok güzel anlatıyor. dinlemekten kendimi alamıyorum. çakır osman amcanın ismi çok eğlenceli ama evlerinin ayakkabılığıyla salonlarını ayıran kapının buzlu camının boydan boya çatlak olduğunu görmek parmağımın sızlamasına sebep oluyor. o uzun, o bitmez görünen, o parlayan çizgiyi parmağımla takip etmemek için yine, kendimi zor tutuyorum. ben böyle düşünceler içindeyken kemal amcamlara gidecek olduğumuz açıklanırsa, dünyanın en mutlu insanı olabiliyordum.

o sıralarda, olmayan şeyleri istemek yerine önüme konanlardan tercihler yapma konusunda epey pratik yaptım. sonra bir alışkanlığa dönüştü. habire tik atıyor gibiydim hayata. allahım, bitmez tükenmez seçeneklerle doluydu hayat ve seç seç bitmiyordu.

işte fark ettiğim buydu. sonraki zamanlarda böyle yaşayıp gidişim bazı bazı, bazı insanları rahatsız bile etti. "hep istediğini yapıyorsun" mealinde cümlelerle bile karşılaştım. hayır, bir şey istemiyordum. önüme konanlardan seçimler yapıyordum sadece.

buraya yazmaya bir süre ara verdim. şimdi o süre bitti. o süre zarfında da mutluydum. bitti işte, yine mutluyum.

3 yorum:

seyyarat dedi ki...

Ben, aslında böyle yorumlardan çok hoşlanmıyorum. Birkaç blog var insanların birbirlerini övüp durduğu. Öyle olmak istemem. Düzgün bir şeyler diyeyim isterim, ama o da olmaz. Susmak hiç olmaz. Söyleyeyim: Çok seviyorum yazılarını.

M.R.B. dedi ki...

ben de aslinda boyle yorumlardan cok hoslanmiyorum. bir kac cins var, ord burda millete satasir durur. oyle olmak istemem. kizayim derim, olmaz, susmak hic olmaz. soyleyeyim: annanenin torunu, ablanin kardesi hikaye anlatmis da kotu mu etmis, odul mu cezami bilmem diyor, onun yerine kararlar veriyor yok sıkıcı oldugunu bilir mis de bilmem ne...

fesubhanallah :)

vedide yalınayak dedi ki...

seyyarat, nasıl karşılık vereceğimi bilemiyorum bazen böyle durumlarda. sussam olmuyor :)

çok teşekkür ederim. çok kıymetlisin.

m.r.b., :) o zat-ı muhterem, şahs-ı muhteşem, sonraki onlarca yolculuğmuzda bütün yalvarmalarıma rağmen aklında izlediğine emin olduğum olağanüstüler dünyasını bana açmayınca bendeniz de öyle düşünüverdim acizane :)

ama sen en doğrusunu bilirsin. istersen döversin bile. ben de bir süre sonra onları da yazarım ahah :)