13 Şubat 2011 Pazar

karpuz

ayaklarımı önümdeki sehpaya uzatmıştım. sehpa tam karşımda değildi. kötü çizilmiş bir "s" gibi olmuştum. yorgunluktan ölmüyordum ama hayat emaresi de gösteremiyordum.

sonra dedi ki bana; "niye öyle tatlı tatlı gülümsüyorsun?"

hiçbir şey demedim. hahayt! diyemedim aslında. 28 saattir uyanık olmak değil, 4-5 saat süren misafircilik oyunu değil, güneşin tatlı tatlı ısıtması değil, oğlumun sesi, sevgilimin nefesi değil.

bir karpuza gülümsüyordum.

yazlardan bir yaz, günlerden bir gün, bir delikanlı eliyle alınan bir karpuza.

şudur: delikanlı ve babası arazide çalıştırdıkları günlük işçilere yevmiyelerini verdikten sonra evlerine dönerken nadide bir karpuzla karşılaşır ve onu alıp öyle giderler evlerine. delikanlı karpuzun fiyatının işçilere verdikleri günlük yevmiyeden fazla olduğunu fark edince çok içerler. "onlar gün boyu güneş altında çalışıp, aldıkları parayla bir karpuz alamayacaklar mı?" diye sorar, düşünür, yaşar. ertesi sabah araziye giderken karpuzcuya uğrar. karpuz alıp götürür, hep beraber yerler.

evet, budur.

Hiç yorum yok: