28 Mart 2010 Pazar

bir kaç şey ve kaç? ve kaç!

şimdi sana bir şey anlatacağım:

geçen gün leylekleri gördüm. havadaydılar. oldukça da kalabalık bir sürüydü.

ben leylekleri görürken, istanbul'un en güzel yerlerinden birindeydim. tek topuğumun üstünde dönerek; annemi, babamı, kardeşimi, marmara denizini, yeşilköy'ü, topkapı sarayı'nı, sultanahmet'i, ayasofya'yı, beyazıt kulesi'ni, süleymaniye'yi, fatih camii'ni, haliç'i, boğaz'ı, galata köprüsü'nü, galata kulesi'ni, karaköy'ü, cihangir'i, taksim-tepeüstü'nü, fındıklı'yı, dolmabahçe'yi, levent kuleleri'ni ve hatta boğaziçi köprüsü'nü iki saniye içine görebilecek bir mevkîdeydim. elimde bir dürbün vardı ve leylekleri yarım saatten uzun bir süre müşahede ettim. tam benim üzerimde döndüler, birbirlerinin arasından geçerek bir gösteri gerçekleştirdiler, gidip the marmara civarında aynı şeyleri yaptılar, parçalanıp selimiye'nin üzerinde birleştiler, hep beraber topkapı sarayı'nın üzerinde bir ayin yaptılar ve tekrar tam üstüme geldiler. dönüşleri, inip-çıkışları, önden arkaya geçişleri, birbirlerinin üstünden-altından uçuşlarıyla leylekleri  her açıdan seyretme imkanını buldum. en çok arkaya uzattıkları ayaklarını seviyorum. o uzun, o ince.. ondan sonra da parmaklar gibi ayrık ayrık duran kanatlarının uçlarının siyaha boyalı oluşuyla sergiledikleri zerafeti. ondan sonra da gagalarının belli belirsiz kızıllığını.

bir gün evimden uzaklaştım ve geri döndüğümde sahip olduğum gözler, giderken götürdüğüm gözlerle aynı değillerdi. eve geldikten sonra, balkondan mandal almak yahut izmarit çöpüne kültablasını boşaltmak gibi basit bir iş için çıktığım balkonda başımı kaldırdığımda aniden karşımdaki ağacın bembeyaz çiçekleriyle karşılaştım. neredeyse çığlık atacaktım.

bir kedide en sevdiğim renk kül kızılı griliğidir ve en sevdiğim kediler tüyleri en az 7 cm. uzunluğa erişmiş olanlarıdır. ama yüzü düz olanlar değil, burunlu kedileri severim. işte tam da bu tarife uygun bir kedi, balkonumun karşısındaki beyaz çiçek dolu ağaçta ayaklarını sallandırmış oturuyordu. hatta uyuyordu. onu da seyrettim.

oğlumu okulundan almaya gittiğimde, bana, "kalemin var mı?" diye sordu. tükenmez kalemimi istemedi. kurşun kalemimi verdim. cebinden çıkardığı bir kağıdı bahçe duvarına dayayıp o küçük ve yazmayı yeni öğrenmiş elleriyle kağıdın üstündeki metnin altına el yazısıyla bir "son" yazdı ve kağıdı tekrar katlayıp bana verdi. verirken de "sana mektup yazdım, buyur" dedi. biz mektupları aldığımızda önce öper, sonra da bağrımıza basarız. öyle yaptım. açıp okudum oracıkta, şöyle yazıyordu:
"Annecim ben seni çok seviyorum.
sende beni seviyormusun.
Bir şiyir bir anne bir çocuk
bir birbirini çok seviyormuş
Son"

bugün trende ders çalışıyordum. ders dediysem, derste okunacak kısımları önceden okuyordum ki, anlayışımın kıtlığını bir nebze olsun engelleyebileyim. denedim, böyle daha elverişli oluyor. sonra şu beyitlerle karşılaştım:

"ten, güzelliğine ve parlaklığına mağrur olarak nazlanır.
ruh ise kendi letafetini gizlemiş olduğu halde

o bedene der ki: hey süprüntülük; sen kim oluyorsun?
bir iki gün benim nurumla, benim sayemde yaşıyorsun

gururun ve nazın dünyaya sığmıyor
hele sabret ki, ben senden sıçrayıp ayrılayım

hararetli dostların sana mezar kazarlar,
seni yılanlarla karıncalara gıda olmak için toprağa gömerler

sana karşı ölürcesine muhabbet gösteren,
neşrettiğin kokudan burnunu tıkar."

bugün boğazın karadenize yakın bir kısmında bir kaç saat geçirdim. boğazın bir nehir gibi kıvrıla kıvrıla akıp gittiği o mekanda akşamı akşam ettim. güneşin kızıllığıyla kalbimin kızıllığı birbirine denk düştü. sustum sustum, dinledim.

hüznümü gizleme gereği bile duymadan gezdim durdum bütün gün. sonra bir kadınla karşılaştım. karşılaştım dediysem, bu karşılaşma için onlarca kilometre yol katettim. onun atmosferine girdiğim anda başladım şakımaya. güldüm ben, gerçekten.

nedense o kadın orada kaldı. ben kendimi alıp gittim yanından.

hayat diyorum iki gözüm, geçip gittiğinde azımsayacağımız bu hayat, ne kadar da uzun sürüyor.
bütün güzelliklerini gördüğüm halde içim nasıl da hüzne boğuluyor.
güzellikler az güzel olduğundan değil, hüznüm çok hüzün olduğundan böyle oluyor.

1 yorum:

Ferda dedi ki...

Bak! yine çok güzel yazmışsın yaaaa