3 Ocak 2010 Pazar

gök gürültülü ve sağnak yağışlı

hava aniden çok soğuyacakmış. çok üşüyecekmişiz. hasta olabilirmişiz. sıkı sıkı giyinip bol bol c vitamini almalıymışız. burnumuz akabilirmiş. silmekten acıyabilirmiş.

hava henüz aniden çok soğumadı. çok üşümedim de. ama hasta oldum. sıkı sıkı giyinip bol bol c vitamini almama rağmen. burnum aktı, silmekten acıdı.

lodos paşa evimin salon camlarını pırıl pırıl yaptı. kendisine müteşekkirim. lodosun camlara getirdiği parlaklığı henüz keşfettiğim hiçbir şey veremiyor.

gök gürültüsünden korkmam ben aslında. hatta küçük bir kız çocuğuyken henüz, -o zaman evimizi salon, yatak odası, çocuk odası diye isimlendirmez, ön oda, arka oda diye isimlendirirdik- gök gürültülü sağnak yağışlar olduğu akşamlarda arka odada ağabeyim ve ablamla birlikte yatağın üstüne uzanır, ışıkları söndürür, pencerenin perdelerini açardık. açardık ki gökte parlayan şimşeğin çeşit çeşit çizgilerini daha güzel görebilelim, ışığın geldiği zamandan sonra sesin geldiği zamana kadar kaç saniye olduğunu sayalım ve yıldırım düşecek olsa muhtemel düşme yerinin kaç kilometre ötemizde olacağını hesaplayalım.. şu anda uzman bir doktor olan ablam ve yar. doç. bir mühendis olan abime bu hesaplama işinin genellikle saniye sayma kısmında yardım ederdim. onların hesaplarına sevinir, bunu belli de ederdim. dahası onlar sıkılıp da ön odaya gittikten sonra bile uzun, çok uzun zamanlar o pencerenin önünde yatar, gökyüzünü seyrederdim. ne diyordum, bu hatıralarımdan da anlaşılacağı üzere gök gürültüsünden korkmadığım gibi bana yaptırdığı çağrışımlar da hayli güzeldir.
ama bu sabah, yani cumartesi sabahı saat 6 sularında bir gök gürültüsü sesiyle uyandım. öyle bir gürültüydü ki, beni bile uyandırabildi! hemen koşup ahmet'in sağ ve salim olup olmadığına baktım. onun mışıldayan hali beni teskin etti de, salona geçip perdeleri açıp gökyüzünü seyredebildim. güneş doğana ve içerdeki ışıkların sönük olmasının anlamının kalmamasına kadar bu böyle devam etti.

sabah namazı vaktiydi tabii, vaktin naktini vermek gerektir. inşaallah vermişizdir. şunu düşünmüştüm, yataktan kalkıp ahmetin başına gidene kadar; her sabah namaza böyle bir gürültüyle uyandırılsak nasıl olurdu acaba? yahut normal şartlarda büyük bir gürültüyle dönmesine rağmen sesini hiç duymadığımız dünyanın sesi belirginleşse namaz vakitlerinde? o zaman korktuğum için mi kılardım namazı, sevdiğim için mi? namaz kılan insanlar daha mı çok olurdu acaba? bu çağrının böyle olmaması ne kadar da latif.. letafet içinde saklı bir şeyler barındırırmış ya hep... ahmet'in yatağına geldim bile.

dün, yani cuma günü beş arkadaş toplanıp bir arkadaşımızı ziyarete gitmiştik. bugün o beş kişiden dördü yine bir aradaydı. hepimizin de burnu akıyordu. beşincimiz ise hasta hasta evde yatıyordu. çok geçmiş olsun ona. hepimize geçmiş olsun. geçmeden geçmiş olmaz, geçip geçmiş olsun.

4 yorum:

jora silverstone dedi ki...

sayfaya koyduğun o fotoğrafına hastayım. bu kayıtlı olsun istedim.

vedide yalınayak dedi ki...

o fotoğrafa malumaliniz ben de hastayım. yeri, zamanı, hissettiklerim, yaşadıklarım, yaşayacaklarım, baktığım ve bana bakanlarla, kendime bakıp da gördüğüm en çok şeyi bu fotoğraf barındırıyor bünyesinde. uzun bir hikayenin kısa özeti gibi.

kibrit kutusu dedi ki...

ben hala hastayım, ama esas içim hasta vedidem. sabahlara muhtacız... duadan eksik etmeyin...

vedide yalınayak dedi ki...

iç hastalıkları mütehasssısları var neyse ki dünyamızda. gizli ve süper kahramanlar! kırmızı ve mavi haplar.. vav :)

ben dua ediyorum sana. sen de bana et.