13 Nisan 2009 Pazartesi

12 nisan




bugün yani ayın 12'si, mustafa'nın doğum günüydü.

pazar pazar olduğu için evde yine ilk uyanan ahmet oldu :) her zamankinin aksine tv'de çizgi film seyretmeye başlamayıp çeşitli tıkırtılarla merakımı uyandırınca ben de uyanıp yanına gittim. bir müddet önce okuldan getirdiği iki yapma güle kürdandan sap takmıştı bile ben gittiğimde. perdeleri açarken "uykun açıldı galiba?" dedi bana gülerek. ben de gülerek karşılık verdim "açıldı! perdeler de açıldı, uykum da."

benden iki yaprak çizmemi istedi. çizeceğim yaprakları çiçeklerin sapına yapıştıracağını, babasına doğum günü hediyesi hazırladığını söyledi. elbetteki can baş üzere kabul ettim bu isteğini. hatta ilk çizdiğim yaprakları o büyük buldu, ikincileri ben güzel bulmadım, üçüncüleri yanlış zamanda kestik ve nihayet dördüncüleri ben de o da beğendik de henüz kesilmeden önce ahmet onları boyadı. sonra da bana kısa bir metin yazdırdı. eline kalemi alıp büyük bir özenle yazıyı kendi el yazısıyla temize çekti :) hazırlıkları evde bulunan hediye kesekağıtlarının içine koyarak tamamladık. -aynı hediye paketlerinden diğerinin içine de ben hediyemi koydum -

mustafa uyandıktan sonra pazar kahvaltımızı yaptık mutlulukla. mutluluk kahvaltıda nereye saklanıyor bilmiyorum. taze ve güzel demlenmiş hem de cam fincandaki berrak çaya mı, zeytinlerin arasına mı, mis kokulu taze ekmeğin kabuğuna mı? bilmiyorum ama rahmetli cemal süreya'nın dediği gibi "yemek yemek hakkında ne düşünürsünüz bilmem ama / kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı".

-bu şiir aklıma hep ayşe morgül'ümle murat menteş'i getirir. fi tarihinde menteş yazarlar birliğindeki şiirevi'nde -ki kendisinden iki nesil sonra ilgili göreve bendeniz atanmıştım- görevliydi ve yazarlarbirliği de şiirevi de tarihinin en güzel günlerini yaşıyordu. menteş her hafta cuma günleri -cuma mıydı yoksa cumartesi mi?- rica minnet bir şairi şiirevine misafir ediyor ve en fazla on kişinin sığabildiği o küçücük odada şairin kendi sesinden şiirlerini dinleme güzelliğini yaşatıyordu nasibi olanlara. -cahit koytak, fransa'dan gelen ingiliz martin'in kendi icadı olan yan fülütü ve aniden başlayan yağmur sesi eşliğinde 'yağmur altında futbol oynayan çocuklar'ı okumuştu mesela. kesinlikle ilahi bir hava vardı o sırada, o odada.- bazı günler hiçbir şair gelmediğindeyse, ezberinden şiir okuyana çay ısmarlayacağını vaadedip ortalığı şenlendiriyordu. bir gün ben ve ayşe yine oradayken her zamanki sevimli-ukala tavrına bir de babacan ağbiliği eklemiş bizi çayla kandırmaya çalışmıştı. herhalde bizim de canımıza minnetti ki, kabul etmiştik. ben ilhami çiçek'in satranç dersleri'nden uzunca bir bölümü okuduktan sonra ayşe yukarıda yazmış olduğum iki mısradan oluşan kahvaltı'yı okumuştu cemal süreya'dan. :) gerçekten çok güzel olmuştu. şiir miydi, şiirdi. ezberden miydi, ezberdendi. kısa mıydı, kısaydı. olsun muydu, olsundu. çaylar da pek güzeldi..-

kahvaltıdan sonra sofradan kalkmadan bu aralar ahmet'le geliştirmekte olduğumuz üzere yine kaş gözle anlaşıp hediyelerimizi getirdik. mustafa çok mutlu oldu. biz de.
sonra ev içinde çeşitli etkinlikler yaptık. çorap savaşı, çorap saklamaca, gıdıklamaca, pipetle hava üflemece ve benzeri.

zaman yavaş yavaş geçerken ne yapacağımızı düşündük bir taraftan. herkesin bir fikri yoktu. ben 'tazelenmek' temalı bir gezi peşindeydim. "çıkalım tazelenelim, önümüzdeki bir haftayı daha güzel geçirebilmek için" diyordum. ahmet anneannesini görmek için 'umre'ye' gitmekten bahsediyordu. mustafa'ysa büyük bir arayış içindeydi. hep 'ne yapsak, ne yapsak' diyordu.

evde hergün yapılan ama beni dün yapmıştın bu gün yapmana gerek yok demeyen bir takım işleri yaptıktan sonra geldiğimizde hazır olması için mustafa'nın tramisu pastasını hazırladım. süslemesini yaparken ahmet de yardımcı oldu. şöyle ki, tramisunun üstü normalde tamamen kakaoyla kaplı olurken biz günün anlam ve önemine binaen kağıttan bir kalp ile pastanın üstünün bir kısmını örttük. böylece kağıdın olduğu yer beyaz kalırken diğer taraflar kahverengi oldu. tramisumuzun üzerinde de tertemiz, beyaz bir kalp :)

ahmet ne zamandır macera kayalarına gitmek istiyordu. macera kayaları, evimizin alt tarafında haremden kızkulesine uzanan sahil boyunca deniz kıyısındaki kocaman kayalar. geçen sene uydurduğumuz bu oyunla aşağı inen merdivenler boyunca ve kayalarda kızkulesine kadar ahmet hoplayıp zıplayarak bazı maceralar peşinde koşuyor. keyfim yerindeyse ve konuşmaya hevesliysem maç anlatan geveze spikerler gibi her hareketine bin ekleyip kendisine naklen yayın yapıyorum. neyse efendim, mustafa soğuk olur mu ki, gitmesek mi dese de kendimizi bir anda aşağı inen merdivenlerde bulduk. maceracı bir ruhla denize ulaştık. ben ilk kez bugün görüp ağzım bir karış açık hayretle seyrettiğim gemi enkazlarına bakarken mustafa bana bu olayın en az birbuçuk ay önce vukua geldiğini haber verdi. ağzım açık kaldı. gemilere değil, kendime.

hiç düz zemine basmadan epey yol katettik kayalarda. öyle bir yere geldik ki, bayılıyorum o noktaya. nasıl olduğunu anlatmaya güç yetiremeyeceğim şimdi. işte o noktada denize biraz taş attık. mustafa hala nasıl yaptığını anlayamadığım ve anlayamadığım için de hayran olmaktan kendimi alamadığım tarzıyla denizde taş sektirdi. -gerçekten üstün bir yetenek, yamru yumru taşları, denizden en az beş metre yukarıdan atarak sektirebiliyor.- güzeldi orası, eminim gecenin şu saatinde de güzeldir.

sonra biraz parkta oynadık. nihayet sırrını çözdüğüm ve evde imal etmeye başladığım baloncuk yapma sıvısıyla baloncuklar yapıp nerelere nerelere gidişlerini izledik.

aslında çok matah bir yer olmayan ama ta eskiden beri gittiğimiz için yine gitmeye devam ettiğimiz çay bahçesine girdikse de hava rüzgârlı ve soğuk olmaya başladığı ve içeride yer olmadığı için geri çıktık.

rüzgâr iyice kuvvetlendi. üşümeye bile başladık. nihayet merkeze iyice yaklaştığımız bir anda daha önce hiç gitmediğimiz bir kafeye girip oturduk. enteresan bir garsonu vardı. ne yiyip içeceğimize kendisi karar vermek istiyordu. onun önerisiyle salep aldık. dediği kadar varmış, müthişti. ben bu güzelliğe aldanıp burada bir şeyler yiyebileceğimizi düşündüm. ama bir önceki cümlede aldanmak kelimesini kullandığımdan da belli olacağı üzere baltayı taşa vurduk. gelenleri geldiği gibi geri gönderdik. -ama belki de garsonun teklifine uysaydık böyle olmayabilirdi :)-

bu arada: 5-2

alışveriş yapıp eve çıktık. kardeşlerim hatice ve mustafa da geldiler. hatice davetimizi "ben de poğaçalarımı yaptım, bekliyordum, ne zaman çağıracaksınız diye" cümlesiyle kabul etti. mustafa'nın omuzları düşük annesi gittiğinden beri. beş yaşındaki hallerini hatırlıyorum ona baktıkça.
aralarda en güzel hediyelerin haberleri geldi mekke'den. yapılan tavaflar, okunan kur'an'lar.. ve bir ses: "şu anda karşımda kâbe duruyor. söyle ne istiyorsun?" ağabeyim, babam ve anneme ayrı ayrı teşekkür ederim.
hep beraber yemek yedik, güldük eğlendik felan. maytaplar ve rabia'yla demlenmiş taze çayımız eşliğinde kalpli tramisumuzu getirdik. mustafa'nın gözlerinin içi güldü. hep gülsün isterim.

akşam oldu böyle oldu.

Hiç yorum yok: