27 Ağustos 2010 Cuma

eski

onu gördüğümde küçücük bir dükkanın içinde, incecik bir mankenin üzerindeydi. dükkan arada bir sokakta, manken sıkışık bir yerdeydi.

gözlerimi kendisinden alamadım. üç beş adım ileri gittiysem de koluna girdiğim sevgilimi çekiştirip geri döndürdüm - kendimi.

benimle yaşayan herhangi her kimse gayet iyi bilir ki alışveriş etmeyi pek sevmem. kıyafet alışverişini. bir kere hiçbir şeyi beğenmem. birinin kolunu, diğerinin düğmesini, paçasının şeklini, sırtındaki kemeri. hayalimdeki kıyafeti gerçekleştirmeyi henüz başaramadılar. sıkılırım, oturup dikemem.

beni senelerce ayşeler giydirdi mesela. birincisi ablamdı. alır getirirdi. ben de giyerdim. ikincisi ise kendim sayabileceğim kadar bendi. yalnızca benim eksikliklerim onda yoktu. öyle bişeyler işte.. o alışveriş yaparken ben mağazanın önünde sıkılmayı tercih ederdim ama yine de bir yolunu bulup beni içeri çeker, 'bak bu sana çok yakışır' der, üstüne bir de beni ikna edebilir, böylece kıyafetsiz kalmazdım, sayılır.

her neyse, gördüğüm şile bezi kaftanımsı şeyi öyle sevdim ki, benimle yaşayan herhangi birinin bile bileceği şeyi elbette ki bilen sevgilim onu almaya beni ikna etti. evet, bazan sevsem de almam.

senelerdir, bıkmadan usanmadan giyiyorum onu. öyle çok severek..

bugün eskimekliğinin emarelerinin belirmeye başladığını farkettim.

çok müteessîr oldum ya hu. bilmem ki ben şimdi ne yapacağım?

Hiç yorum yok: