24 Haziran 2007 Pazar

dokunma yanarsın!

misal: hayatında hiç ateş görmemiş bir şahıs olsun. her nasıl oluyorsa da olsun, böyle olsun. sonra bu şahıs bir ateş görsün. bu şahıs biraz da meraklı olsun. hayalci de olsun. tabii ki biraz şaşkın ve biraz da aptallık düzeyinde iyimser olsun. nerede kalmıştık, evet bir mangalın içinde yanan ateşi görmüş olsun. içindeki maviden kırmızıya geçen renkleri de görmüş olsun. bir parlayıp bir yavaşlamasına da hayran kalmış olsun. sıcaklığını da hissetmiş olsun. hayvani akıl mesabesinde kalan aklıyla, renkli ve kıpırdak görünen yerlere dokunamayacağını da anlamış olsun. olsun böyle olmasına da, dedik ya meraklı, hayalci, şaşkın hatta fazla iyimsermiş diye; bizim ahmak ateşe merakla yaklaşmış olsun. elini uzatıp kucaklayıp sahip olmak, yakından görmek maksadıyla mangalı tam elleyecek olsun...

meğerse sadece düşünüyor, elini henüz uzatmamış ama uzatmaya yeltenmiş olan bu şahsa bir ses ikazda bulunsun. gür bir ses "dokunma yanarsın" demiş olsun. bu iki cümle, sizin için ne kadar sıradansa da bizim söz konusu şahsımız için o kadar yabancı olmuş olsun. ateşi bilmeyen yanmaktan ne anlasın, işte tam burada elini uzatmış olsun. ses daha da gürleşmiş, ikaz yerini tehdide bırakmış, merakı-hayali-şaşkınlığı ve dahi iyimserliği iptal edecek kuvvet ve kudrete ulaşmış, olsun.

şimdi bu şahıs, kendisine kızıldığına mı üzülsün? hiç bilmediği ateşin yuvası olan mangalı kucaklamadığı için avuç içindeki derilerinin hala yerli yerinde olmasına mı sevinsin?

bence ne üzülsün, ne sevinsin.

bunun için daha çok erken.

Hiç yorum yok: